Helios'un Kutsanmışları - 10. Bölüm
Muhtemelen hiçbir şey bilmiyor. Ailemle ilgili yalanlar söyleyip beni elinde tutmak için beni kandırmaya çalışacaktır. Bunlara kanacak kadar salak değildim. Bu benim ikinci yaşamımdı. Bu tür oyunlara kanmam mümkün değil- DEFTERİM! Onu sarayda unuttum tüm bu karmaşa içinde. Eğer birileri bulup okursa, işler karmaşıklaşır. En son onu nereye koymuştum. Yastığımın içine mi? Hizmetliler yatağımı toplamaya girdiği anda görürlerdi. Ama dokunup okumaya cesaretleri olmaz değil mi? Hepsi bu adam yüzünden. Onca plan, günlerce kafa patlatmam. Hepsi boşa gitti.
“Öğrenmek istemiyor musun nişanlın orada-“
“Kral Akhilleus. Saçmalıklara ayıracak zamanım yok. Bir an önce sarayınıza gidebilir miyiz? Oldukça yorgunum.”
Değişen tavrım ve konuşma şeklim dikkatinden kaçmamıştı. O da bana ayak uydurarak aynı ciddiyette cevap verdi.
“Üzgünüm. Şövalyelerim günlerdir dinlenmemişlerdi ve gördüğünüz üzere hepsi sarhoş. Eminim handa kalabileceğiniz kadar iyi bir oda vardır. Sizin için hancı ile konuşacağım. Yarın güneş doğmadan önce yola çıkarız.”
Sözlerinden sonra yüzüme bile bakmadan yanımdan geçip gitti. Birkaç dakika sonra hancının kızı olduğunu öğrendiğim genç bir kız yanıma geldi. Sanırım beni odama götürecekti ama konuşmaya başlamakta epey zorlandı.
“Çok güzel bir kızsın. Adın nedir?”
“Ha-HAYIR PRENSESİM SİZ DAHA GÜZELSİNİZ!”
Bir anda bağırması beni korkutmuştu.
“Ah, ben özür dilerim. Sizi görmek güneşe çıplak gözle bakmak gibi prensesim. Ben Eli, 9 yaşındayım. Ailemle beraber burada çalışıyorum.”
Konuşurken yüzüme bakmıyordu. Çok tatlıydı.
“Tanıştığımıza memnun oldum Eli. Bende Elizabeth ama genellikle ailem bana adımın kısaltması olan Eli şeklinde seslenirler. Yani aynı isme sahibiz diyebiliriz.”
Heyecanla başını kaldırıp yüzüme baktı. Masmavi gözleri ve simsiyah saçları ile tam bir kuzeyliydi. Büyüyünce çok güzel bir kadın olacağı şimdiden belliydi.
“Ben özür dilerim unuttum. Buyurun lütfen size odanızı göstereyim. Çok yorgun olmalısınız.”
Hanın arka tarafındaki merdivenlere doğru giderken konuşmaya devam ediyordu. Sanırım biraz daha rahatlamıştı.
“Oda için şimdiden özür dilerim. Bir prensese yakışır bir oda değil ne yazık ki ama elimizdeki en iyi oda bu. Çok temiz merak etmeyin. Her gün hiç kimse kalmasa bile temizliyorum.”
“Sen mi temizliyorsun? Yorucu olmuyor mu?”
“Bazen oluyor. Ama ailemin yardımıma ihtiyacı olduğu için bunu yapmak zorundayım.”
Merdivenler ve yerlerdeki tahtalar her adımda gıcırdıyordu. Eski bir yerdi ama oldukça temizdi. İyi bakılmışa benziyordu. İkinci kat koridorun sonundaki odanın önünde durduk. Kapıyı açarken tereddüt etmişti. İçeri girdiğim de büyük ve ferah bir oda ile karşılaştım. Yatak, dolap ve çalışma masasının olduğu basit bir odaydı. Yatağa oturdum. Çok rahat olmasa da birkaç saat dinlenmek için yeterliydi. Ben odayı incelerken Eli’de beni izliyordu.
“Çok ferah ve temiz bir oda gerçekten. Bana buraya kadar eşlik ettiğin için çok teşekkür ederim.”
Ettiğim küçücük iltifat ile endişeli yüzü aydınlanmıştı. Gözlerine bakarken boynumdaki kolyeyi hatırladım. Boynumdan çıkartıp inceledim. Eli’nin gözleri ile aynı renkti. Eminim büyüyüp genç bir kız olunca ona çok yakışırdı.
“Eli, yaklaş lütfen. Bu kolyeyi almanı istiyorum. Üzgünüm üstümde başka bir şey yok. Hizmetleriniz için çok teşekkürler.”
Ayağa kalkıp reverans yaptım.
“PRENSESİM!! HAYIR DURUN LÜTFEN. Ben basit bir hancının kızıyım. Bir prenses olarak benim ne bu kolyeyi almam ne de bana karşı gösterdiğiniz saygıyı kabul etmek mümkün değil.”
Gece siyahı saçlarını okşadım. Mavi gözleri dolu doluydu.
“Köylü olman ya da soylu olmaman seni saygıyı hak etmez biri yapmaz. Bizim için bütün akşam çalıştınız. Bu bile size karşı çok büyük saygı duymama yeterli.”
Bu sözlerden sonra ağlayarak kolyeyi kabul etti ve odadan ayrıldı. Önceki hayatımda ne kadar şımarık ve saygısız biri olduğumu düşündükçe kendimden utanıyordum. Benimle arkadaş olmak isteyen düşes çocuklarına tiksinerek bakar onları yeterince soylu olmamakla suçlardım. Tanrıçam! Bu kadar berbat biriyken bana yeni bir şans vermiş olmanıza çok şaşkınım. Yattığım rahatsız yatakta düşüncelerle boğuşurken farkına varmadan uykuya dalmıştım.
Güneş henüz yeni doğmaya başlamış. Dışarıdan gelen gürültüler yüzünden uyanmıştım. Pencereden bakınca dışarıda coşkulu bir kalabalığın olduğunu gördüm. Yüzüme su çarpıp kendime geldikten sonra aşağıya indim.
“Günaydın prenses!”
Eli önümde reverans yaptıktan sonra mahcup bir ifade ile baktı. Gözüm dışarıdaki kalabalığa kaymıştı. Akhilleus kalabalığın orta yerinde duruyordu.
“Gürültü sizi uyandırmış olmalı. İnsanlar kralın burada olduğunu öğrenince onu görmek istediler. Artık hanımız bu ülkenin en önemli hanı olacak.”
Mutlulukla gülümseyen kıza baktım. Akhilleus gerçekten seviliyor. Onun zalimliği belli ki yalnızca karşısında olanlara özel bir davranış.
“Sorun değil, zaten yola çıkmak için erken kalkmamız lazımdı.”
Onu gerçekten seviyorlardı. Akhilleus’da onlara gerçekten ilgi gösteriyordu. Biraz daha yaklaşıp kapıdan izlemeye başladım. İnsanlarla konuşup gülüyor, küçük çocukları kucaklayıp seviyordu. Bir kraldan çok halktan biri gibi görünüyordu. O gerçekten beni ve ailemi öldürmekle tehdit eden adamla aynı kişi mi? Gözlerimiz buluşunca yüzündeki gülümseme silindi. Benden bu kadar nefret ediyorsa kendi bilir. Kalabalığı izlemeyi bırakıp hana geri girdim.
Hancı kahvaltı etmemiz için güzel bir sofra hazırlamıştı. Şövalyeler ile birlikte oturup güzelce karnımı doyurdum. Gitme zamanı gelince herkese hizmetleri için teşekkür ettim. Bu sefer Akhilleus’un atına binmek istemiyordum. Yavaşça Anakin’e yaklaştım. Atını tarayıp seviyordu.
“Merhaba Anakin. Acaba yolun kalanını seninle geçirmem mümkün mü?”
Anakin atı ile ilgilenmeyi bırakıp bana döndü.
“Elbette mümkün prenses. Fakat bir sorun mu var?”
Mağduru oynamak için biraz sesimi inceltip bir elimle omzumu sıvamaya başladım.
Kral bana çok sert davranıyor ve ondan korkuyorum. Bir esir olduğumu biliyorum ama yine de ben bir prensesim. Bu muameleyi hak etmiyorum. Ayrıca kralın atı biraz büyük ve hırçın. Bütün yol boyunda düşeceğim diye korkup durdum. Ama senin atın daha sakin görünüyor.”
“Ah tabiki Prenses Elizabeth. Benim güzel kızım oldukça sakindir. Ama Kral Akhilleus’un atından düşeceğim diye korkmanıza hiç gerek yok. Siz ona bir emanetsiniz. Size zarar gelmesine izin vermez. Ayrıca kendisini uzun zamandır tanırım. Oldukça iyi ve sevecen biridir. Biraz kaba olmasına aldırış etmeyin.”
Arkamı dönüp kocaman siyah atın üstünde duran adama baktım. Bu adam mı iyi ve sevecen biri? Bana her an nefretle ve beni öldürmek için zaman kolluyormuş gibi bakıyor.
“Her neyse. Seninle gelmeme izin verdiğin için teşekkürler.”
Anakin beni ata bindirirken Akhilleus ile göz göze geldik. Yüzünde farklı bir ifade gördüğümü sansam da yine bana aynı nefret ifadesi bakıyor. Sokaklarda şenlik düzenleyen halkın sevinç nidaları ve bol bol ikramları ile akşama kadar süren yolumuz küçük bir sarayda son buldu. Büyük bir kralın böyle küçük bir yerde yaşaması komik gelmişti. Anakin attan inip beni de nazikçe indirdi. Fakat uyuşmuş bacaklarım yürümeye çalışınca beni yarı yolda bıraktı ve olduğum yerde yığıldım.
“Ah! Üzgünüm prenses. Yorulmuş olmalısınız. Bunu düşünemediğim için beni affedin.”
Anakin’in yardımı ile ayağa kalkıp üstümü silkeledim. Derin bir nefes alıp Anakin’e tutunarak sarayın merdivenlerinden çıkıp içeri girdim.
Sarayın içi dışından anlaşıldığı gibi lüks ve şandan uzaktı. Oldukça basit döşenmiş bir köylü evinden farksızdı. Taş duvarlı eski bir kulübeye benziyordu.
“Hoş geldiniz Kral Akhilleus! Elde ettiğiniz büyük zafer için sizi kutlarım.”
5 tane hizmetli kız ve bir kâhya dizlerinin üzerine çöküp Akhilleus’a şükranlarını sundu.
“Aç ve yorgun olmalısınız. Sizler için yemek ve banyolar hazır. Ayrıca yatak odalarınızda. Fakat efendim, bu güzel hanımefendi kim?”
Kâhya bana sert bir şekilde bakıyordu. Az çok kim olduğumu biliyordu. Prenses olduğumu bilmese de mavi gözleri nefret ettiği güney krallığından olduğumun farkındaydı.
“Kendisi benim uzun süreli misafirim. Bana nasıl davranıyorsanız ona da öyle davranacaksınız. Bu bir emirdir. Karşınızda duran kişi Güneş Krallığı Prensesi geleceğin İmparatoriçesi olacak olan kişi Prenses 4. Elizabeth. Burada en az kendi sarayındaki kadar rahat etmesini sağlayın.”
Kendimi tutamayıp gülmüştüm. Bu sarayımın yarısı etmez sarayda mı bana evimdeymiş gibi hissettireceklerdi?
“Komik olan nedir prenses? Mütevazı sarayım hoşunuza gitmedi sanırım.”
“Esiriniz ve tutsağınız olarak sarayınızı yargılama hakkına sahip olduğumu düşünmüyorum Kral Akhilleus.”
Restleşmemiz ve krallarına karşı küçümseyici konuşmam anlaşılan hizmetlilerin hoşuna gitmemişti. Bana karşı bakışlarından hiç de iyi şeyler sezmiyordum. Ama görünen o ki Akhilleus’a sadakatleri yüzünden onun emrinden çıkıp bana kötü davranmaya niyetleri olmayacaktı.
“Prensese hemen bir oda hazırlayacağız efendim.”
“Hayır, gerek yok. Onu gözümün önünde tutacağım. Benim odamda kalacak.”
Doğru mu duymuştum?
“Ne! Ne saçmalıyorsun sen!? Senin odanda falan kalmayacağım. Bahçede yatarım daha iyi.”
“Az önce sarayımı küçümseyen, lüks düşkünü prenses böceklerle birlikte çimlerin üzerinde mi yatmayı yeğliyor?”
Yumruklarımı sıkmaktan tırnaklarım etime değiyordu. Ne istiyordu, derdi neydi? Zaten kutsal anlaşma yaptık. Ayrıca bileğimdeki bu kelepçe de halen duruyor. Kaçmam durumu söz konusu bile değil.
“Niyetiniz nedir? Kaçmam mümkün değil, biliyorsunuz. Rica ediyorum bana ayrı bir oda verin. Özenli olmasına gerek yok. Temiz ve kullanılabilir olsun yeter.”
Akhilleus gülümseyerek yanıma yaklaştı.
“Belki de size ilk görüşte âşık olduğum için sizi karım yapmak istiyorumdur.”
Kan beynime sıçradı. Öfke ve utançtan delirmek üzereydim. Bana yaşattıkları yetmezmiş gibi bir de dalga geçip, terbiyesizce konuşuyordu.
“Kral Akhilleus, bu terbiyesizliğiniz için derhal benden özür dilemenizi talep ediyorum.”
Kendimi kontrol edemiyordum. Rüzgâr olmayan sarayın içindeki mumların titremesi kimsenin gözünden kaçmamıştı. Sinirden kahkaha attım.
“Sen, benim, saçıma bile dokunamazsın! Ayrıca hatırlatayım, ben nişanlıyım. Krallığın en yakışıklı ve güçlü kılıç ustası müstakbel kocam. Seninle evleneceğime canıma kıyarım daha iyi.”
Akhilleus sözlerimden hiç etkilenmemiş bir halde yüzüme bakmaya devam ediyordu.
“Bu kadar kızmanıza gerek yok. Ufak bir şakaydı. Kendinizi yakacak kadar sinirlenmenize gerek yoktu.”
Yanık kokusu alınca gözlerimi aşağıya kaydırdım. Elbisem yanıyordu. Paniklemiştim. Söndürmek için elimle elbiseme vurmaya başladım. İstemsiz gözlerimi Akhilleus’a çevirdim. O yapabilirdi. Ama yalvarmam gerekirdi. Bunu yapmayacaktım. Konsantre olup doğum günümde yaptığımı yapmaya çalıştım.
Olmuyordu. Elbisem çok hızlı yanıyor, bacaklarıma değen ateşler canımı yakmaya başlamıştı. Yere çöküp daha sert elbiseme vurmaya başladım. Etrafımdakiler ise bir tiyatro seyreder gibi beni izliyorlardı. Gücüm tükenmiş, canımın acısından ağlamaya başlamıştım. Alevler üst bedenime yayılmaya başlarken bir anda söndü. Başımı kaldırdım. Akhilleus’un eline doğru süzülen kıvılcımları gördüm.
“Teşekkürler.”
Fısıltı gibi çıkan sesim, elimin tersi ile sildiğim gözyaşlarım ile kendimi çok çaresiz hissetmiştim. İşte tam şu an ne durumda olduğumu anlamıştım. Kaderimde çizilen ve değiştirilemez bir yol muydu bu? Esir ve tutsak düşüp işkencelerle öldürülmek. Yeniden doğmuş olsam da hayatım başkasının ellerindeydi. Ölüp yeniden doğmam ve talihsiz kaderimden kaçmaya çalışmam boşunaydı.
Kafamı yerden kaldıramıyordum. Ne bana bakan hizmetlilerin aşağılayıcı bakışlarını ne de Akhilleus’un artık ona borçlu olduğumu ima edeceği bakışını görmek istemiyordum. Göz yaşlarımı durdurup ayağa kalktım.
“Lütfen, bana kalabileceğim bir oda verir misiniz, Kral Akhilleus.”
Bacağımdaki yanık canımı çok yakıyordu. Ayakta durmakta zorlanıyordum. Kâhya bana elini uzattı.
“İzninizle Majesteleri. Ben prensesi odasına çıkartayım.”
Kâhyaya doğru yürürken dudaklarımı ısırıyordum. Yüzümü yerden kaldırmaya cesaretim yoktu. Akhilleus’un yanından geçip gitmek üzereydim ki omzumdan tutup beni durdurdu.
“Bacağın, acıyor mu?”
“Acımıyor. Ayrıca bu benim hatam ve benim problemim. Yardımınız için size yeniden teşekkür ediyorum Kral Akhilleus.”
Çok umursuyor gibi bir de soruyor. Ölsem umursamaz.
“Kral Akhilleus! Ne, ne yapıyorsunuz? Lütfen beni indirin.”
“Odamdaki banyo hazır mıydı?”
“Evet Majesteleri.”
“Prenses için kıyafetler ve yemek hazırlayın. Odaya getirin ve bir sonraki emrime kadar kimseyi görmek istemiyorum.”
Devam Edecek…