Helios'un Kutsanmışları - 11. Bölüm
11. Bölüm
Yatağın üzerine oturmuş odayı incelerken hizmetlilerin gelip gidişlerini izliyordum. Akhilleus tüm çırpınmama rağmen beni odaya kadar kucağında taşımıştı.
“Ben gelene kadar buradan ayrılma.” dedikten sonra odadan çıkıp gitti. Üzerinden 15 dakika kadar geçmesine rağmen gelen olmamıştı.
Bir hizmetli elinde gecelik ile yanıma yaklaştı. Yatağın üzerine bırakıp geri çekilirken mahcup bir yüz ifadesi ile baktı.
“Prenses Elizabeth. Çok üzgünüm, buraya daha önce hiç asil bir leydi gelmedi. Bu yüzden size verebileceğimiz en kaliteli gecelik bu. Umarım kabul edersiniz. Yarın sabaha kadar bununla idare ederseniz gün doğmadan size yaraşır kıyafet, ayakkabı ve aksesuar ile geleceğiz.”
Bu kız aşağıda bizi karşılayan hizmetliler arasında yoktu. Onlar gibi nefret dolu bakışlara da sahip değildi.
“Sorun değil. Yıkandıktan sonra kendi elbisemi yeniden giyebilirim. Yanık sadece eteğime biraz zarar vermiş.”
Başını daha da öne eğdi.
“Haklısınız. Bir hizmetkârın geceliğini sunmamız size karşı büyük saygısızlıktı. Siz yıkanana kadar size layık bir gecelik getirteceğim efendim. Lütfen beni affedin.”
Başka bir şey dememe kalmadan koşarak odadan çıktı. Böyle bir şey ima etmemiştim. Sözlerimin yanlış anlaşılabileceğini düşünmeden konuştum. Dizlerimi karnıma çekip başımı yasladım. Bacağım acıyor, elbisem yandı ve amacının ne olduğunu bilmediğim zalim bir adamın elinde tutsağım. Keşke bütün bunlar kötü bir kâbus olsa ve yeniden uyanıp hayatımın aslında yolunda gittiğini görsem.
Kapı açılıp kapanınca göz ucuyla gelen kişiye baktım. Akhilleus karşımda yalnızca beline bağladığı havlu ile dikiliyordu. Kafamı yeniden bacaklarım arasına gömdüm. Vücudu…hayır düşünme, düşünme. Ne düşünüyorum ben böyle!
“Prenses, sabaha kadar orada oturacak mısın? Bir an önce yıkanıp temizlenmen lazım.”
“Ben istemiyorum yıkanmak. Çok yorgunum uyuyacağım.”
Ona bakmadan arkamı dönüp yatağın başına ilerledim.
Yastığı kucaklayıp sarıldım.
“Seni yeniden kucaklamam mı gerekiyor yoksa? Yanmış bacağının acısı ile daha ne kadar durmayı planlıyorsun?”
“Ben iyiyim. Bacağımda acımıyor. Ve lütfen sakın beni yeniden kucaklamaya kalkışma. Ayrıca…”
Akhilleus’un kıkırdadığını duydum.
“Ayrıca ne?”
Doğrulup elimdeki yastığı ona fırlattım.
“Hiç mi utanman yok? Bir kadının karşısına çıplak bir şekilde geliyorsun?”
Yastık ona bile ulaşamadan yatağa düştü.
“Kendi sarayımda nasıl gezeceğim bana kalmış. Su soğumadan bir an önce banyonu al. Sana eşlik edecek hizmetliler kapıda duruyor.”
Ne yapmalıyım? Kendi isteğim ile gitmezsem beni zorlayacak. Daha fazla zorlanmak istemiyorum. En azından, güzel sıcak bir duş rahatlatıcı olur. Bir şey demeden yataktan kalktım. Kapıda 3 hizmetli kız duruyordu. İçlerinden ikisi aşağıda bizi karşılayanlardı. Diğer kız ise bana geceliği getirendi.
“Buradan majesteleri.”
İki kız önümden yürürken diğeri arkamdan geliyordu. Her an bir şeyler yaparım diye gözlem altında tutuluyor gibi hissetmiştim. Banyodan içeri adımımı atınca burnuma lavanta kokusu geldi. Çok hoş ve rahatlatıcıydı.
“İzninizle majesteleri.”
Kızlar kapıyı kapattıktan sonra elbiselerimi çıkartmama yardım ettiler. Sıcak küvete girdim. Sıcaklık ve çiçek kokusu mayışmamı sağlamıştı. Kızlar beni yıkamaya başlarken yaşananları yorgunluğu yüzünden gözlerimi açık tutamadığımı hissettim. Kendimi zar zor uyanık tutmaya çalışırken birden başımdan aşağı buz gibi su döküldü. Çığlık atarak kendime geldim.
“Çok, çok özür dilerim majesteleri. Ayağım takıldı ve…”
Özür diliyordu ama yüzünde ve ses tonunda bunu bilerek yaptığını açıkça ima eden işaretler vardı. Sinirle küvetten çıktım. Havlu ile kendimi kurularken kızlar kendi aralarında gülüşüyordu.
Havluya sarılı bir halde banyodan çıktım. Ne giyinecektim ben şimdi? Etrafıma boş boş bakınırken yatağın üstündeki geceliği hatırladım. Acaba Akhilleus odada mı? Onun karşısına yarı çıplak bir halde çıkamazdım. Girmeden önce içeriye seslendim.
Ses gelmeyince hafifçe kapıyı araladım. Oda karanlıktı. Sanırım kimse yok. Hızlıca koşup yatağın üstündeki geceliği alırsam. Emin olmak adına tekrar seslenip yatağa doğru yürüdüm. Geceliği elime alınca çok rahatlamıştım. Havlumu indirip geceliği üzerime geçirmek üzereyken kapı hızlıca açıldı. Korkup kim olduğuna bakmak için arkamı döndüm.
“Prenses iyi misin? Seslendiğini duydum…”
Utanç verici kısa bir bakışmadan sonra Akhilleus kapıyı kapattı.
Geceliği üzerime geçirip yatağın üstünden yastığı aldım. Kafamı bastırıp çığlık attım. Utançtan yerin dibine girmek üzereydim. O adam beni çıplak görmüştü. Oda karanlıktı ama yine de gördü dimi! Kendimi yatağa atıp çığlık atarak yatağı yumruklamaya başladım. Düşündükçe daha da utanıyordum. Biraz sakinleşince yorganın altına girip ağlamaya devam ettim. Bu geceyi nasıl sabah edecektim hiç bilmiyorum. Kapı tıklanınca kafamı yorgandan çıkarttım.
“Gelebilirsin.”
Akhilleus odaya girip kapıyı kapattı. Bana bakmadan odanın karşısında duran koltuğa uzandı.
“Ne oldu? Neden geldin?”
“Burası benim yatak odam. Uykum geldiği için uyumaya geldim.”
Koca sarayda başka oda mı kalmamıştı sanki. Uzun süre ikimizde konuşmadık. Odaya çok ağır bir hava hakimdi. Nefes sesini duyabiliyordum. Acaba o da mı utanmıştı? O an yeniden gözümde canlanınca kafamı yorganın altına geri soktum. Uyumam lazım. Uyursam unuturum. Ben uyurken yanıma yanaşmaya çalışmazdı değil mi? Offf! Kafamda dönenler yüzünden rahatlayamıyorum! Yorganı çekip ona baktım. Pencereden vuran ay ışığı yattığı yere vuruyordu. Zırhsız ve normal kıyafetler ile daha az korkutucu görünüyordu. Nefes alışverişi çok sakindi. Uyumuş muydu acaba?
“Benden bu kadar rahatsız olmana gerek yok. Merak etme küçük kızlara ilgi duyan sapıklardan değilim.”
“Sence tek mesele bu mu? Uykumda beni öldürmeyeceğine nasıl güvenebilirim. Ayrıca bacağım acıdığı için uyuyamıyorum.”
“Hizmetliler bacağınla ilgilenmediler mi?”
“Hayır, hizmetli kızlardan biri başımdan aşağı soğuk su dökünce sinirlenerek banyodan çıktım.”
Hızlıca yattığı yerden kalkması beni korkutmuştu.
“Hangisi?”
“Ne?”
“Hangisi üzerine suyu döktü?”
Neden soruyordu ki? Sanki çokta umurundaydı.
“Boş ver. Böyle muamele göreceğimi biliyordum.”
Yanıma yaklaşıp başımda dikildi odadaki mumlar yanınca yüzündeki öfkeyi gördüm.
“Sana hangisi dedim?”
Korkunçtu.
“Uzun boylu bir kızdı. Sanırım gözünün altında bir ben vardı. Başka bir şeye dikkat etmedim.”
Odadan çıkıp gitti. Bu adamın çok tuhaf davranışları vardı. Odadan çıkıp gittiği için rahatlayıp gözlerimi kapattım. Uykuya dalmak üzereyken kapı açıldı. Akhilleus elinde bir şeyler tutuyordu. Yatağa yaklaşıp yorganı üstümden çekti.
“Ne yapıyorsun?”
“Prenses, yorgun ve uykusuzum. Muhtemelen sende öylesindir. Bir kere söyleyeceğim. Merhemi bacağına süreceğim, havlu ile saracağım, sonra yerime dönüp uyuyacağım.”
“Ama ben yapar-“
Bileğimi tutup bacağımı sabitledikten sonra bacağıma merhemi uygulamaya başladı. Çok kabaydı ama merhemi uygularken dokunuşları çok nazikti. Zarar vermekten korkarcasına yavaş hareket ediyordu. Diz kapağıma dokununca acı ile yüzümü buruşturdum. Eli yavaşça geceliğimin altına kayınca çığlık atıp bacağımı çektim.
“Ne yaptığını sanıyorsun?”
Suratıma bıkkın bir ifade ile baktı. Hiçbir şey demeden merhemi komodine bırakıp yattığı koltuğa geri döndü. Bana doğru sırtını döndükten sonra bir daha sesi çıkmadı. Yorganı yeniden üzerime çektim. Sanırım bana zarar vermeyecekti. Düşüncelerle boğuşurken yorgunluğuma yenik düştüm.
Birkaç dakika sonra duyduğum kapı sesi ile uyandım. Halen Akhilleus’un odasındaydım. Odanın kapısı aralıklıydı. Kapının önünden gelen sesler iki kişinin konuşmasına benziyordu. Yorganın altından çıkıp sessizce kapıya yaklaştım. Bir kadın sesi geliyordu, neşeli bir şekilde konuşuyordu.
“Onu sonunda buraya getirebildiğine inanamıyorum. Harikasın. O küçük farenin gücünü bana aktarmaları için bütün dünyadaki en ünlü kara büyücüleri getirttim. Sen ve ben Helios ve Serena’nın yer yüzündeki temsilcileri olarak bütün dünyaya hükmedeceğiz.”
Akhilleus’un planı bu muydu? Yani kaderimden ne kaçabilmiş ne de değiştirebilmiştim. Ama bu sefer neden bu kadar erken gelmişti. Bu kaderden kurtulmak için hiçbir şey yapamamıştım. Kaçmam lazım. Bu odadan çıkmam lazım. Pencereye doğru yürürken kapının ardına kadar açıldığını duydum.
“Ah, Prenses Elizabeth. Sizi uyandırdık mı çok üzgünüm. Son bir kez güzel ve rahat bir yatakta uyumanızı istemiştim. Nasıl olsa bundan sonra yattığınız soğuk zindan hiç rahat olmayacak.”
Akhilleus’un boynuna kollarını dolamış halde duran Nicole hayatımda duyduğum en rahatsız edici kahkahalarla gülüyordu. Akhilleus’a baktım. Sessizce elini Nicole’un beline dolamış öylece duruyordu.
“Her şey buraya kadar Prenses. Bir defa benden kaçmayı başardın. Fakat bu sefer daha güçlü bir silahım var. Üstelik senin o koca çiğ sarısı saçlı abinden daha güçlü ve hoş bir adam.”
“Seni hain! Sadece krallığa değil abime de ihanet ettin. Bunu nasıl yaparsın? Edward seni tüm dünyada bulunan en saf ve temiz sevgi ile seviyordu. Bunca senedir tüm dünyası sendin.”
“Ama bana kimse sormadın. Edward’ı hiç sevmedim. Hiç istemedim. Akhilleus ile henüz küçük bir çocukken tanışmıştık. Onunla evleneceğime çok emindim ama daha sonra sen ve senin bencil ailen. Bana bu evliliği isteyip istemediğim bile sorulmadı. Sende onlar gibisin. Hepiniz. Bütün güneyli insanlar ve özellikle Güneş Krallığı. Kendinizden başka kimseyi düşünmeyen bencil canlılarsınız.”
Sözlerine hak veriyor olmak söylediklerinin keskinliğinden daha çok canımı yakmıştı. O konuşurken bende iyice geri gitmiş ve pencerenin kenarına kadar gelmiştim. Kırmızı topuklarını yere vura vura üstüme gelmesi ile kaçacak yerim kalmamıştı. Kendimi korumak için alevleri kullanmaya çalışıyor olsam da ne zaman küçük bir alev bile yaksam Akhilleus bir parmak hareketi ile söndürüyordu. Nicole ile aramda bir adımla mesafe kalınca durdu. O çirkin sesi ile bir kahkaha daha attı ve ardından beni açık pencereden ittirdi.
“Görüşürüz Prenses. Ah, ayaklarının üstüne düşmeye dikkat et. Bacakların kırılırsa kaçman mümkün olmaz.”
Devam Edecek…