Helios'un Kutsanmışları - 14. Bölüm
“Bu kadın kim! Kucağında ne işi var!”
Akhilleus arkasını dönünce karşımızda duran kadın sinirle bana baktı. Mavi gözlerinden adeta alev çıkıyordu. Salık bırakmış olduğu siyah saçlarını savurarak bize doğru yaklaştı. Akhilleus beni yavaşça kucağından indirdi. Kulağıma doğru konuştu.
“Yürüyebilir misin?”
Onaylarcasına başımı salladım. Neredeyse boğularak ölecek olmam, çıkan yangın, Dia’nın yangından etkilenmesi ve bir de karşımızda duran bu kadın. Bir gün içinde çok fazla olay vardı. Kadın sinirle karşımızda durdu. Bir cevap beklercesine ikimize sıra ile bakıyordu.
“Eleanor, sakinleş lütfen.”
Merdiven trabzanlarına tutundum. Kadın çok fazla bağırıyordu.
“Ne demek sakinleş! Nişanlım kucağında bir kadınla çıkageliyor. Beni nasıl aldatırsın?”
Kadın Akhilleus’a doğru hamle yaptı. Göğsünü yumruklarken göz yaşları içindeydi. Çok yakın olmalılardı. Bir krala vurmak, idam edilebilir. Akhilleus kadının ellerinden tutup durmasını sağladı.”
“Tanıştırayım Güneş Krallığı Prensesi Elizabeth. Prenses bu hanımefendi Kuzey Doğu Krallığından Prenses Eleanor. Kaba tavrı için kusura bakmayın. Kendisi biraz kıskançtır.”
Kadının sinirli ifadesi bir anda silindi. Ellerini Akhilleus’tan kurtarıp önümde eğildi.
“Majesteleri çok üzgünüm ben bilemedim. Gerçekten üzgünüm. Affınıza sığınıyorum. Ben yalnızca, nişanlımın kollarında böyle güzel bir kadın görünce kıskandım. Bağışlayın beni.”
Demek nişanlısı varmış. Prenses Eleanor’u süzdüm. Oldukça güzel bir kadındı. Küçük dolgun dudakları ve sevimli bir yüzü vardı.
“Kafanı kaldırabilirsin. Sorun yok.”
Kafasını kaldırıp mavi gözleri ile bana baktı. Sakinleşince daha hoş görünmüştü.
“Ama majesteleri neden buradasınız?”
Akhilleus Eleanor’u susturdu.
“Prenses yorgun. İzin verelim de odasına çıkıp dinlensin.”
Bir an orada kalıp kalmamak arasında düşünsem de vazgeçip odama çıktım. Üzerimi değiştirip biraz dinlendikten sonra hizmetli kızlardan biri yemek masasına kadar eşlik etti. Yolda giderken sordum.
“Yangın nasıl çıkmış?”
“Dia sizin için bir bardak çay hazırlamak istemiş. O sırada yanlışlıkla mumu devirip örtüleri ateşe vermiş.”
Benim yüzümden yani. Neler oluyor? Her şey fazla zor. Ve merak ettiğim şey o dağda ne var? Bu bir hayal değildi. Bir şeyin beni çağırdığını hissediyordum. Şimdi bile kalbimde bir sızı var. Ne yapmam lazım. Bu iş nereye gidecek. Göz yaşlarıma hâkim olamadım. Çok fazla sorun ve soru vardı. Tanrıçam. Bana bir yol göster. Kaderimin zincirlerinden kurtulmam için.
Yemek salonuna geldiğimizi fark edince hızlıca göz yaşlarımı sildim. Eleanor beni görünce hızlıca yerinden kalkıp selam verdi. Aynı şekilde karşılık verirken Akhilleus hiç istifini bozmamıştı.
“Olanları öğrendim Majesteleri Elizabeth. Umarım biraz dinlendikten sonra daha iyisinizdir.”
“İlgin için teşekkürler Prenses. Merak ediyorum da Kral Akhilleus size tam olarak ne anlattı?”
Eleanor bir bana bir de Akhilleus’a baktı.
“Yani dedi ki…”
“Gerçeği anlattım Prenses Elizabeth. Krallığınızı ele geçirmek için sizi rehin alıp buraya getirdiğimi, aileniz teslim olana kadar da benim misafiriniz olduğunu anlattım. Bugünkü olayında basit bir kaza olduğunu.”
Yemekler servis edilmeye başlandı. Akhilleus çok rahat bir ve sessiz bir şekilde yemeğini yemeye başladı. Her zamanki halinden farklıydı. Sanırım nişanlısının yanında farklı bir kişiliğe bürünüyordu. Bugünkü yaşananlardan sonra belki de geri adım atmaya karar vermişti. Eleanor masada ki ağır havayı fark etmemiş gibi neşeli bir sesle konuşmaya başladı.
“Majesteleri eminim burada tek başınıza çok sıkılıyorsunuzdur. İzniniz ve sizin de isteğiniz olursa yemekten sonra sizinle baş başa bir fincan çay içmek isterim.”
Ağzımdaki lokmayı bir bardak su ile yuttum. Havuç yemeyi hiç sevmiyordum. Tatları ve dokuları bana rahatsız edici geliyordu. Özellikle de pişince.
“Elbette, bende çok sevinirim. Buraya geldiğimden beri oturup rahatça bir bardak çay içmedim henüz.”
Eleanor şaşkınlıkla Akhilleus’a döndü.
“Nasıl olur! Bunca zamandır Majestelerine bir bardak çay ikram etmedin mi?”
Akhilleus derin bir nefes alıp verdi. Eleanor’un bağırınca çıkardığı ses belli ki onu rahatsız ediyordu.
“Çok fazla şey yaşandı Eleanor. Ne yazık ki Prenses ile oturup bir bardak çay içecek kadar samimi değiliz. Kendisi benim misafirim olsa bile o halen bir esir. Güneş Krallığı boyunduruğumuz altına girmeyi kabul edene kadar esir hayatı yaşamaya devam edecek.”
Eleanor bir bana bir ona baktı.
“Bu hiç doğru gelmiyor. Eğer biri beni bu şekilde ailemden ayırsaydı…”
“Eleanor, bu senin dahil olacağın bir mesele değil. Hakkımız olanı alacağız. Sen krallığımızın kraliçesi olacaksın. Daha sert olmalısın. Bir esire acımak kraliçenin yapması gereken en son şeydir.”
Ses tonu o kadar sert çıkıyordu ki Eleanor ağzını bile açamadı. Bu adamın içinde sanki iki kişi birden yaşıyordu. Sabah ki hali ile şu an karşımda duran bu adam. Soğuk mavi gözlerine baktım. Unutmamalıyım. Onun kim olduğunu. Bazı şeylere kanıp iyi biri olduğunu düşünmemeliyim.
“İzninizle Majesteleri. Ben artık odama çıkmak istiyorum.”
Başı ile beni onaylayınca sandalyemden kalktı.
“Ah! Majesteleri ne tür çay seversiniz ben hemen hazırlatayım.”
“Sağ ol Eleanor. Başka zaman içelim. Bugün çok yorgunum.”
Hızlı adımlarla oradan ayrılıp odama çıktım. Üzerimi değiştirip yatağıma uzandım. Sabahın anılarını unutmaya çalışarak tavanı izlemeye başladım.
Devam Edecek…