Helios'un Kutsanmışları - 2. Bölüm
Ölümden dönmemin üstünden 3 gün geçmişti. Ve bu 3 gün boyunca bana hiç bir şey yaptırmasalar bile bütün saray 16. yaş günüm ve aynı anda yapılacak olan sosyeteye çıkış partim için uğraşıyorlardı. Herkes canla başla uğraşırken bende gördüğüm kabustan hatırlayabildiğim şeyleri yazıyordum.
Sarayın bahçesinde, hafif esen rüzgar ile burnuma gelen çiçek kokuları arasında kendimi çok huzurlu hissediyordum. Aylarca eziyet çektiğim, lağım kokulu, farelerin ve böceklerin elbisemin eteklerini kemirdiği o yerden kurtulmamım üstünden 3 gün geçmişti. Bu bir mucize miydi yoksa attan düştükten sonra gördüğüm çok uzun bir rüya mıydı karıştırmaya başlamıştım.
İlk uyandığım anda bunun ölümden dönmem ile bana bahsedilmiş ikinci bir şans olduğuna çok emindim. Fakat şu anda bulanık hafızam ve neredeyse hiç bir şey hatırlayamıyor oluşum ile belki de uzun ve kötü bir rüyaydı diye düşünmeme sebep oluyor. Aslında bunu anlamanın bir yolu vardı ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.
Eğer soyumuza ait olan ve tanrıçamız tarafından bahşedilmiş güçlere sahip olduğumu doğrulayabilirsem işte o zaman hafızamdaki bulanık görüntülerin gerçekliğini kanıtlayabilirdim.
Jacob’ın uzun bahçe yolundan bana doğru geldiğini görünce defteri hızlıca kapattım. Bunu yaptığıma görünce meraklı bir şekilde adımlarını hızlandırıp karşımdaki sandalyeye oturdu.
“Benden gizlin saklın olmazdı hiç?”
Gülümsemeye çalıştım. Sahte olduğu 10 metre öteden belli olan yüz ifadem ve çatlak sesimle hızlı bir yalan uydurdum.
“Baloda giyineceğim elbiseyi tasarlıyorum. Herkese sürpriz olacak.”
Jacob oldukça şaşkın bir şekilde iç çekti.
“Çizim yaptığınızı bilmiyordum prenses. Bunu neden daha önce bana söylemediniz. Size kendi portremi çizdirip sarayıma astırırdım.”
Kıkırdadım. Aslında Jacob hiç kendini beğenmiş biri değildir ama benim elimin değdigi her şeyi kutsal görme gibi kötü bir huyu vardı.
“Portre çizebilecek kadar iyi değilim. Sadece karalama yapıyorum.”
Masadaki kurabiyelerden birini ağzına atıp etrafa göz gezdirdi. Yanımda olduğu her an, muhtemelen yanımda değilken bile beni uzaktan izliyordur, etrafa çok dikkatli bir şekilde bakmaya başladı. Yaş günümden sonra resmi olarak olarak kraliyet imparatoriçesi halefi olacağım için tehlike her an etrafımda olabilir.
Bizim ailede Tanrıça Helios’dan gelen güçlerimiz, Ay Tanrısından gelen güçlerden daha baskın olduğu için başa erkekler değil kadınlar geçiyor. Kral, her ne kadar bir otorite figürü gibi boy gösterse de asıl gerçek yönetici Kraliçe olmuştur. Duyduğuma göre bundan 300 yıl kadar önce Ay tanrısının güçlerine sahip olan krallık varmış. Bizim gibi ateş güçleri olsa da aydan gelen güçleri daha baskın olup suya hükmetmeleri ile bilinirlermiş. Fakat en son güçleri doğrulanan kişi de büyük büyük annemin eski aşkı olan Kral Sin’miş. O zamanki kraliçe ikisinin evliliğine karşı çıkmış ve kral çok geçmeden bir savaşta hayatını kaybetmiş. Denir ki sahip olamadığı aşkı unutmak için kendini savaş meydanlarına atmış. Ondan sonra doğan hiç kimse bu güçlere sahip olmamış. Zamanla diğer krallıklar güçsüz düşen bu krallığı parçalayıp kendi topraklarına katmışlar.
Çocukken hep annemden bu hikâyeyi dinleyerek uydurdum. Elbette sonunu değiştirerek anlatırdı ama büyük büyük annem ve Kral Sin’in aşkı bütün dünyada bilinen en güzel ve en hüzünlü aşk hikayesi olarak anılır.
“Böyle dalgın dalgın ne düşünüyorsun? Dur tahmin edeyim, baloda ne giyeceğini. Dünyanın en ihtişamlı ve en göz alıcı elbisesini giyinmek istiyorsun ki herkes sana imrenerek baksın ve senelerce konuşulsun.”
Edgar’ın sesi ile düşüncelerimden sıyrılınca biraz önce karşımda oturan Jacob’ın gitmiş olduğunu fark ettim.
“Çok doğru ve yerinde bir tahmin. Kraliyetimizin en akıllı erkeğinden beklendiği gibi.”
Defteri elimde sıkıca tutarak göğsüme bastırdım. Güçlere sahip olup olmadığımı en hızlı şekilde doğrulamam gerekiyor. Gitmek için ayağa kalkmıştım ama Edgar beni kolumdan tutup yerime geri oturttu.
“Ben mi seni rahatsız ettim? İstersen ben gideyim, sen otur lütfen.”
Yüzünde üzülmüş ve pişmanlık dolu bir bakış vardı. Böyle bakınca sarı bir kedi yavrusuna benziyordu.
“Hayır senin yüzünden değil abi. Uzun zamandır oturuyordum zaten ve biraz üşümeye başladım. Balodan önce hasta olmak istemiyorum. Bu yüzden izninizle, gidiyorum.”
Edgar’ın konuşmasına izin vermeden hızla oradan uzaklaştım. Güçlerimi doğrulatmamım bir yolu vardı. Nesiller ilerledikçe doğan çocuklarda bu güçler azaldıkça rahipler güçleri olan ve olmayan çocukları tespit etmek için toplu bir ayın yaparlardı. 5 yılda bir yapılan bu ayinde salona toplanan çocukların hepsine sönük bir mum verilirdi ve ilahi bir müzik eşliğinde muma odaklanıp bu mumu yakmaları istenirdi. Genellikle bu güce güçlü bir şekilde sahip çocuklar 3 saniye içinde yakmayı başarırlardı. Gücü daha sönük olanlar ya da hiç olmayanlar başaramazlardı. Bu çocuklara Helios’un kutsanmışları denir ve bütün krallıkta onlara saygı gösterilirdi. Fakir bir ailenin çocuğu olsa dahi o aileye bir unvan ve hazine verilip soylu olması sağlanırdı.
Fakat uzun yıllardır bu güce sahip çocuklar doğmadığı için artık ayin yapılmıyor. Şu anda bunu yapabilecek bir rahip var mı bilmiyorum ama öğrenmek zorundayım.
Odama çıkıp üzerimi değiştirdikten sonra akşam ayinine yetişebilmek için hızlı adımlarla kaleden çıktım.
“Prenses! Nereye gidiyorsunuz?”
Arkamdan yaklaşan Jacob’ı fark etmediğim için korkup çığlık atmıştım.
“Beni çok korkuttun. Şövalye olduğunu biliyorum ama bana yaklaşırken biraz daha gürültü olursan çok sevinirim.”
Jacob önümde diz çöküp özür diledikten sonra yeniden ayağa kalkıp sorusunu tekrarladı.
“Akşam yemeği başlamak üzere. Böyle telaşlı bir şekilde nereye gittiğinizi öğrenebilir miyim?”
Söylesem de söylemesem de beni takip edip nereye gittiğimi bileceği için biraz tereddüt etsem de söylemeye karar verdim.
“Akşam ayinine katılacağım. 3 gün boyunca hasta yatarken ilginç rüyalar gördüm. Bunu rahip ile konuşup bir anlamları olup olmadığını öğrenmek istiyorum.”
“Arkanızda olacağım.”
Başka bir şey konuşulmadı. Beni kiliseye kadar takip etse de içeri girmedi. Kilise kutsaldır ve hiç kimse orada zarar görmez. Ayrıca şövalyeler genellikle inançsız olurlar. Sebebini bilmesem de öğrenmek için de uğraşmadım hiç.
Kapıdan içeriye girer girmez bütün gözler bana çevrilmişti. Geç kalmış ve ayinin ortasında giriş yapmıştım. Buna rağmen yerime oturunca herkes önüne döndü ve ayin sorunsuz bir şekilde tamamlandı.
“Hoş geldiniz prensesim. Sizi burada ilk defa görüyorum. Bu ziyaretinizin umarım kötü bir sebebi yoktur.”
“Biliyor olmalısınız. Bir kaza geçirdim ve günlerdir uyku halindeydim. O sırada rüyamda bir şey gördüm. Bunun anlamını öğrenmek için geldim.”
Rahibin odasına giden uzun koridorda yürürken kimsenin duyamayacağından emin olsam da fısıldayarak konuşuyordum.
“Rüyamda kutsal güce sahip olduğumu gördüm. Bunun gerçek olup olmadığını öğrenmek istiyorum.”
Rahip oldukça şaşkın ama bir o kadar da mutlu bir yüz ifadesi ile bana döndü.
“Aman tanrıçam. Eğer bu doğruysa bütün krallıkta büyük yankı uyandır-“
“Hayır. Doğru ise bile kimse bilmeyecek. İkimiz arasında bir sır olarak kalacak. Soran olursa ölümden döndüğüm için tanrıçaya şükranlarımı sunmaya geldiğimi söyleyeceksin.”
Kendime bile inanamadığım bir şekilde sert ve soğuk konuşmuştum. Rahibin de benden böyle bir tepki beklemediği yüz ifadesinden anlaşılıyordu.
“Tanrıçam Helios adına yemin ederim ki prensesin sırrı benimle mezara gidecektir.”
Devam Edecek…