Helios'un Kutsanmışları - 4. Bölüm
Her şey o kadar güzel ve ihtişamlı görünüyordu ki yeniden bir rüya içinde olup olmadığımı anlamak için kendimi cimciklemek zorunda kalmıştım. Elbette bu geçen seferkinden biraz farklıydı çünkü kendi isteğime birkaç şeyi değiştirmiştim. Özellikle de masa örtüleri. Kolayca alev almayacak malzemelerden olmasını istemiştim. Herkes neden ipek masa örtülerini değiştirttiğimi konuşup duruyordu.
“Burada çok fazla mum var ve en ufak bir kaza sonucu düşen mum alevi bütün salonu yakabilir. Bu yüzden pahalı ve kolay tutuşan ipek yerine daha ucuz ve yanması daha zor olan kumaş istiyorum. İpek örtülere verilecek parayı halka ihtiyaçlarını karşılamak için harcayın lütfen. Bu beni birkaç gereksiz örtüden daha mutlu edecektir.”
Önünde eğilerek isteğimi dile getirdiğim kraliçenin gözlerinin dolduğunu fark etmiştim. Çok güçlü ama bir o kadar da duygusal bir kadındı. Küçük kızının bu denli olgun olduğunu görmek onu oldukça mutlu etmiş görünüyordu. Fakat hiç kimse 20 yaşımda işkence ile öldürülüp yeniden buraya geldiğimi bilmiyordu.
Dün gece 1 hafta içinde defterime yazdığım şeyleri yeniden kontrol ettim ve aklıma gelen yeni bir şey olup olmadığını düşünmek için kendimi zorladım. O kadın kimdi? En önemlisi onu bulmam gerektiğiydi. Ama ne kadar denersen deneyeyim ince tiz bir ses ve uzun topuklu kırmızı ayakkabılarının çıkarttığı sesten başka bir şey hatırlamıyorum. Hafızamda canlanan ayakkabılar henüz bu krallıkta moda olan bir şey değil. Bundan 2 sene sonra güney krallığındaki bir tasarımcı tarafından bu model keşfedilecek ve hem rahatlığı hem de göz alıcı parlak kırmızı rengi ile bir anda bütün krallıklarda moda olacak. Benim de vardı bir tane. Kraliçe 19.yaş günümde giyindiğim kırmızı zümrütlerle süslü siyah elbisemin altında çok şık duracağını düşündüğü için hediye etmişti.
“Bu şekilde düşünüp gülümsediğin nedir benim sevgili kardeşim.”
Edgar’ın saçlarımı okşayan nazik eli kendimi daha da duygusal hissetmeme neden olmuştu. Geçmiş hayatımda doğum günümden 1 ay sonra 18 yaşına basan güney imparatorluğu prensesi Alexander ile evlenmişti. Kısa sarı saçları ve parlak yeşil gözleri ile çok güzel bir kadındı. Bana hep ablalık yaparak ne zaman ihtiyacım olsa yanımda olmuştu.
“Nicole nerede? Kendisi partime katılmayacak mı yoksa?”
“Katılacak. Arabası fırtına yüzünden dün gece varabilirdi ancak. Geç yattığı için sabah uyanmakta biraz zorlanmış.”
Edgar elini uzatıp önümde reverans yaptı.
“Majesteleri halefi veliaht prenses 4. Elizabeth acaba her şeyden önce bana bir dans lütfeder misiniz?”
Uzattığı eli uzatıp boş salonda müzik olmadan dans ettik. Bu sahneyi önceki hayatımdan hatırlıyorum. Jacob’un bizi nereden izlediğini de 2 dakika içerisinde kıskançlık ile çekip gideceğini de. Olayları yaşadıkça hafızamdaki bulutlar da siliniyordu. Tek umduğum şey ise yakalanıp kaçırılmadan önce neler olduğunu hatırlayıp olacakları engellemek.
“Bu dans için çok teşekkürler prensesim.”
Yanağına bir öpücük kondurup güldüm. Mutluydum, bu mutluluk ne kadar sürecekti emin değildim.
“Prensesim sizi giydirmek için hazırız. Lütfen benimle gelin.”
Edgar’a el salladıktan sonra hizmetlinin peşinden giyinme odasına gittim. Hazırlanmam 2-3 saat kadar sürmüştü. Önceki hayatımda bu angaryanın bir an önce bitmesini ve balomun başlaması için sabırsızca çırpınıp hizmetlilere sorun çıkartmıştım. Ne kadar toy ve heyecanlı olduğumu düşündükçe bana yaşatılanlara da daha da öfkeleniyordum. Ben yalnızca ailesi ile mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamak isteyen genç bir kızdım. Prenses olup olmamam umurumda değildi. Zaten hiçbir zaman prenses olup sahip olduğum sorumluluklar için uğraşmak istememiştim. Bu yüzden kraliçe ne kadar uğraşırsa uğraşsın diplomasi ve yönetim işlerini bir türlü öğrenememiştim. Bu yüzden krallığın geleceği için çok endişeliydi. O zamanlar ne demek istediğini anlamazdım. Karşısına geçip “biz çalışmasak bile bizim için çalışacak bir kraliyet dolusu hizmetlimiz var. Emir ver onlar yapsın.” deyip her seferinde zorla getirildiğim kraliçenin odasından kaçardım.
“Aman tanrıçam! Gördüğüm bu güzel kadın gerçekten benim küçük kızım mı? Doğduğun günü daha dün gibi hatırlıyorum. Çok güzel ve pembe bir bebektin. Ama o kadar çok ağlıyordun ki bir gece Edgar yanıma gelip seni aldığımız yere geri bırakıp bırakamayacağımızı sormuştu. O kadar gülmüştüm ki Edgar komik bir şey söylediğini anlayıp utanarak seninle beraber ağlamaya başlamıştı.”
Kraliçe yeniden o güne dönmüş gibi gülüyordu. O güzel gülümsemeni bir daha yüzünden silmelerine izin vermeyeceğim. Sanırım bu durumu anneme anlatmalıyım. O beni anlar ve yanımda olur. En büyük destekçim olacağına eminim. Hizmetlilere odadan çıkmasını söyledikten sonra kraliçeyi yatağa oturttum. Heyecandan bayılmasını istemiyordum.
“Seninle konuşmak istediğim çok önemli bir şey var. Ama ne olursa olsun aramızda kalmalı en azından bir süre.”
Masamın üstünde duran mumu alıp karşısına geçtim. Tapınaktaki ilahi müziği aklıma getirerek gözlerimi kapattım. Fakat henüz bir şey yapamadan kapım tıklatıldı. Bir elimdeki muma bir de kraliçeye baktıktan sonra üzgün bir şekilde seslendim.
“Gel.”
“Prensesim, size balonuzda eşlik etmek için geldim.”
Jacob bütün yakışıklılığı ile yanıma yaklaştı. Önümde diz çökünce uzattığı elini tuttum.
“Kraliçem. Balo saati geldi. İzninizle prensesi salona götürmek istiyorum. Bütün krallık onun ihtişamını görmek için bekliyor.
“Kızıma iyi bak Jacob. Bugünden sonra resmi olarak nişanlın ve hayat arkadaşın. Onun canı senin canın demek.”
Kraliçenin gözleri çok sert bakıyordu. İlk defa bu kadar ciddi olduğunu görüyordum. Hoşuma gitmişti beni bu şekilde düşündüğünü görmekten keyif almıştım. Önceki hayatımda böyle bir konuşma olmamıştı. Sanırım yaptıklarım gerçekten de bir şeyleri değiştiriyordu.
Kraliçeden izin isteyip onunla beraber balo salonuna indik. Kapının önünde adımın söylenmesini beklerken kalbim adeta kulaklarımda atıyordu. Daha önce yaşanan şeyleri yeniden yaşamak heyecanımı tamamen yitmesine yeterli olmamıştı.
“Heyecanlı mısın?”
“Sen değil misin?”
Jacob bana gülümseyip saçlarımı öptü. Bu onun ‘ben yanındayım’ deme şekliydi.
“GÜNEŞ KRALLIĞI VELİAHT PRENSESİ İMPARATORİÇE HALEFİ DÖRDÜNCÜ ELİZABETH SALONA GİRİŞ YAPIYORLAR!”
Jacob’un adı söylenmemişti. Önceki sefer de aynısıydı ve bu yüzden Jacob bütün gece huysuzdu. Bu beni de huzursuz etmişti ve gecenin sonunda sinirli olmamım sebeplerinden biri buydu. Fakat bu sefer Jacob’un sızlanmasını umursamayacaktım. Bugün benim günümdü ve tadını çıkartacaktım.
Merdivenlerden inerken insanların bana bakışlarını ve konuşmalarını fark ediyordum. Beyefendilerin birçoğu hayranlık içinde bakarken, yaşıtım genç leydiler ise kıskançlık içindeydi. Merdivenlerin sonunda Jacob’un kolundan çıkıp reverans yaparak bütün güzelliğim ile gülümsedim. Balo salonunun ortasında duran krala baktım. Küçük adımlarla bir leydi gibi ona doğru yürümem gerekiyordu ama ben gerçekten çocuk gibi davranabileceğim son gün olduğu için koşarak babama sarıldım. İnsanların konuşmalarını duyabiliyordum ama ne benim ne de kralın umurunda değildi.
Müziğin başlaması ile bizde dans etmeye başladık. Geleneklerimize göre ilk dansı kızlar babaları, oğlanlar ise anneleri ile yapardı. Biz dans ederken bütün salon bizimdi. Dansın ortasında konukların da katılması ile birlikte salon kocaman bir şenlik alanına dönmüştü.
Gecenin sonuna kadar sadece gülümseyip dans ettim. İkinci dansı Edgar ve üçüncü dansı da Jacob ile yaptıktan sonra konuklardan da çok fazla dans teklifi almıştım. Ayaklarımın altı acımaya başlayınca ayakkabılarımı çıkartıp dans etmeye devam ettim. Bugünden sonra iyi, kötü herkes benim hakkımda konuşacaktı. İstediğimde buydu.
“Leydim çok güzelsiniz. Jacob’un sizi çoktan kapmasına üzülmedim diyemem. Bütün krallıklar sizin ne kadar güzel ve akıllı olduğunuzu konuşuyor. Geleceğin güzel İmparatoriçesi şimdiden herkesin desteğini almış. Aynı şekilde ben ve ailemde sizin yolunuzda-“
“YANGIN VAR!”
“YANGIN!”
“ÇABUK BİRİ BİR ŞEY YAPSIN!”
“ÖRTÜLER TUTUŞTU!”
Nasıl! Nasıl bu olabilir? Bütün örtüleri yanması zor olan örtüler ile değiştirilmesini istediğime eminim. Arkamı döndüğümde yangının hızla yayıldığını gördüm. Bir masadan diğeri. Perdeler, örtüler, süslemeler…hepsi teker teker alev altında kalıyordu. Birinin kolumdan tutup çektiğini hissetsem de kendimi ondan kurtarıp yangına doğru koşturdum. Yapmamam lazım! Kimse öğrenmemeli! Ama!
Gözlerimi kapatıp alevleri kontrol altına almayı düşündüm. Bütün alevlerin avuçlarım arasına geldiğini ve söndüğünü kafamın içinde net bir şekilde canlandırmaya çalıştım. Başım çok ağrıyordu ama birileri su getirene kadar insanlar zarar görebilirdi. En iyi seçenek buydu. İnsanların çığlıkları kesilip yerini tuhaf fısıltılara bırakınca gözlerimi açtım. Alevler tıpkı hayal ettiğim gibi yavaş yavaş avuçlarım arasına gelerek sönüyordu. Son kıvılcımda söndükten sonra ellerime baktım. Kızarmış ve kararmıştı. Sanırım tam olarak kontrol etmeyi bilmediğim için ellerimi yakmıştım. Omzuma dokunan el ile arkamı döndüm.
“Elizabeth sen, kutsanmışlardan mısın?”
Devam Edecek…