Helios'un Kutsanmışları - 5. Bölüm
İnsanların tuhaf ve heyecanlı bakışları arasında Jacob’un ki en tuhaf olanıydı. Hem korkmuş hem de mutlu olmuş gibiydi. Aynı şekilde konukların bazılarının yüzünde de dehşete düşmüş ifadeler vardı. Bu kutsal bir güç değil mi? Sevinmeleri gerekmez miydi? Neler oluyor?
Omuzumdaki elini yavaşça çekti ve birkaç adım geriye gitti. Edgar ve kral koşarak yanıma geldiler. Kraliçenin uzaktan bana baktığını gördüm. Bakışları huzursuz olmuş gibiydi. Ailem bile mi, benden korkuyorlardı. Başıma toplanmış bir şeyler konuşuluyordu. Kral el kol hareketleri ile bir şeyler yapıyordu ama ben kendimi çok yorgun hissediyordum. İçim yanıyordu. Bu yanlış bir seçimdi sanırım. Kalbim acıyor. Kendime zarar vermiş olabilirim. Edgar bana o kadar sıkı sarıldı ki kendime gelmek zorunda kalmıştım.
“Eli! Az önce olanlar…”
Kafamı kaldırıp Edgar’ın güneş gibi parlayan gözlerine baktım. Sarı dağınık saçları altında kalemle çizilmiş gibi duran sert yüz hatları, baba yadigarı büyük burnu ve uzun dudakları, birçok kusur bir araya gelip muhteşem bir kusursuzluk oluşturmuş gibiydi. Krallıktaki çoğu kadın abimi beğenmezdi. Ah neden şimdi bunları düşünüyorum ki. Aklım çok karışık. Dikkatim çok dağınık. Bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm. Herkesin gözü benim üstümdeydi.
“Özür dilerim, herkes benden korktu.” Dudağımı ısırdım. Her şeyi batırdım. İçimi korkunç bir karanlık kaplamaya başladı. Ah, çok soğuk. Üşüyorum.
“NE KORKMASI MUHTEŞEMDİ! Sen, sen Helios’un Kutsanmışısın! Benim güzeller güzeli küçük kız kardeşim. Bu gücünü hep mi biliyordun! Neden bizden sakladın. Sen, sen!”
Kralın araya girmesi ile Edgar susmak zorunda kalmıştı. Konuşamıyorum. Hareket edemiyorum. Sanırım şu an şok geçiriyorum. Jacob’un bir gözü bende olacak şekilde konukları salondan çıkarttığını gördüm. Kraliçe emretmiş olmalıydı. İnsanların bana bakışlarını görebiliyordum. Bazılarının yüzünde gerçekten korkmuş bir ifade vardı. Başaramadım! Yine aynı şeyleri yaşayacağım!
“Karanlık bir zindanda, güneş ışığı görmeden ölmek istemiyorum…” Sesim titriyordu. Fısıltı şeklinde tekrar edip duruyordum.
“İstemiyorum. Ölmek istemiyorum. Pis, soğuk bir yerde. Bunu hak etmiyorum.”
“Prenses Elizabeth. Siz iyi misiniz? Az önce yaptığınız şey harikaydı. Aman tanrıçam. Siz kutsal bir emanetsiniz!”
Bu ses. Bu tiz. Çirkin. Aşağılayıcı ses tonu ile söylediklerini süsleyerek saklayan bu kişi. Yüreğimi kaplayan karanlık bir anda ağırlaştı. Adeta kalbimin üzerine koca bir at oturmuş gibiydi. Kafamı kaldırıp karşımda duran abimin nişanlısına baktım. Oydu. Yelpazesi ile sakladığı yüzünde iğrenç bir gülümseme olduğunu anlayabiliyordum. Aklından geçenleri artık biliyordum.
“Sen…sensin.”
Hep mi böyleydi tavırları, ses tonu? Hayır. Balo sırasında konuşup sohbet ettik. Şimdikinden çok farklıydı tavırları.
“Huh? Anlayamadım prenses? Neden bana öyle öyle bakıyorsunuz? Sizi kızdıracak bir şey mi söyledim istemeden?”
Kafasını yana eğmiş o çirkin solup mavi gözleri ile bana bakıyordu. Bu kadın baştan aşağıya zehir akıtıyordu. Nasıl görememiştik. Kısa sarı saçları, güzel yüzü, küçük kırmızı dudakları, üzerine siyah güller işlenmiş kırmızı elbisesi ile soluk mavi gözleri bir araya gelince adeta şeytanın yüzüne bakıyormuş gibi hissetmiştim. Edgar kulağıma doğru eğildi.
“Eli, sorun nedir? Neden Nicole’e öyle bakıyorsun?”
Söylemeliydim ama Edgar çok üzülürdü. Bu işi kendim çözmeliydim. O kadından uzak durmalıydım. O kadını abimden, krallığımızdan ve kendimden uzaklaştırmalıydım. O ve onun yanındaki o adam. Birisi vardı! Bir adam! Abimi aldatıyor! Bunu nasıl kanıtlayacağım. O adam kim bilmiyorum bile. Ah, ayakta durmak çok zor. Gücüm çekiliyormuş gibi hissediyorum. Kendi aralarında bir şeyler konuşuluyordu ama anlayamıyordum. Yine aklım bulanmaya, başım dönmeye başlamıştı. Ah, nefret ediyorum. Ölümden dönmüş olmamım laneti miydi bu kötü hisler. Bir türlü sağlıklı ve açık bir zihne sahip olamamak.
Dengemin kaydını hissedince tutunacak bir yer aradım. Belimden tutan güçlü bir el hissedince rahatlayıp kendimi bıraktım.
“Elizabeth! Prensesim, beni duyabiliyor musun? Lütfen kendine gel.”
Jacob’un güçlü kolları nerede ve ne zaman olursa olsun beni tutmak için oradaydı. Boynuna sarıldım. İlk defa ona bu kadar sıkı sarılıyordum. 3 sene önce ilk defa yüz yüze geldiğim 10 senelik nişanlım, yanımda olduğu için ilk defa bu kadar mutlu olmuştum. Koyu kahve saçları altında deniz mavisi gözleri, güzel yüzü ve öpmekten asla sıkılmayacağım dudakları ile o krallığın en yakışıklı erkeğiydi. Kraliyet şövalyeleri ailesine mensup olduğu için her gün antrenman yapıyordu. Krallığın hem kas gücü hem de kılıç kullanımı ile en güçlü erkeğiydi.
“İyi ki buradasın. Hep yanımda kal. Hep beni koru. Ölmeme izin verme.” Jacob’un kulağına fısıldadığım bu sözler aslında onun bana ettiği şövalyelik yeminin kısacık bir özetiydi. Bu yüzden şaşırmamıştı.
“Doktoru çağırın! Hemen!”
Kraliçenin sesini duyunca istemsiz olarak Jacob’un kollarından kurtulup kendimi annemin kucağına attım. Hiç beklemeden bana karşılık verip sarılarak saçlarımı okşamaya başladı.
“Anne benden korktun mu? Yüz ifadeni gördüm ben…”
Hıçkırıklarım yüzünden konuşmaya devam edememiştim.
“Senden korkmadım. Asla korkmam, sen benim kızımsım. Başkalarının öğrenmesi beni korkuttu. Ben zaten biliyordum, doğduğun günden beri.”
Kraliçenin sözleri daha çok ağlamama neden olmuştu. Bu hayatımda yaşadığım ikinci toplam hayatımda ise üçüncü ağlama krizim olmuştu. En son ölürken bu kadar ağladığımı hatırlıyorum. Bunun son olması için elimden geleni yapıp çok güçlü olacağım.
“Neden bunu bana söyleyip bu konuda, gücümü kullanabilmem için eğitilmeme izin vermedin?” Annemin bunu bilip benden bile saklamasına anlam verememiştim.
Boş balo salonunda oturmuş ne yapacağımızı konuşuyorduk. Konuşmaya başlamadan önce Edgar’a nişanlısını buradan götürmesini istediğim için bana biraz bozulmuş olsa da onun yüzünü bir saniye bile görmek istemiyorum. O hain, şeytanın vücut bulmuş hali. O ve adını hatırlayamadığım kırmızı örgülü hizmetçisi. Çok yorgunum. Hemen odama çıkıp uyumak istiyorum ama bu acil bir durum olduğu için en kısa zamanda bundan sonra nasıl ilerleyeceğimizi belirlemek için konuşmamız lazımdı. Baloda çok fazla insan vardı ve herkes benim yangını nasıl söndürdüğümü görmüştü. Onları susturmak mümkün değildi. 1 ay içinde bundan haberi olmayan hiçbir krallık kalmayacaktı. Kral ve kraliçe güvenliğimden endişe ediyorlardı. Önceki hayatımda da böyle mi olmuştu. Ah, hayır. O zamanlar çok inatçıydım ve çok yorgun olduğumu söyleyip o kadar olaydan sonra odama kaçmıştım ve bir daha da bu konuyu açmamıştım. Ne zaman ki biri benimle bu konu hakkında konuşmak istese onları tehdit ederek susturmuştum. O zamanlar ailemi dinleseydim belki de bunlar başıma gelmezdi. Keşkeler ile yaşamak çok zor.
Onlar konuştu ben dinledim. Dedikleri her şeyi yalnızca başımla onaylamakla yetindim. Konuşacak gücüm bile yoktu.
“Jacob. Bu saatten sonra Elizabeth’in yanından 1 saniye bile ayrılmayacaksın. Sarayda sana özel oda tahsis edilecek. Elizabeth’in odasının olduğu koridor dahil bütün sarayda, özellikle prensesin sarayında, güvenlik arttırılacak. Elizabeth, asla ama asla Jacob olmadan hiçbir yere adımını atma. Sarayda bile tek başına gezme. Bizim sarayımız özellikle de ön bahçe bütün krallık halkımıza açık. Herkes iyi niyetli olmayabilir. Kraliçe Jasmin sen doğduğundan beri bu güçlere sahip olduğunu biliyordu fakat ben yalnızca birkaç sene önce öğrendim. Kraliçenin kararına saygı duyup seni korumak için bu güçlerini senden bile saklamayı uygun gördüm. Fakat böyle bir şey olabileceğini düşünmemiştik. Elizabeth güçlerini ne zaman kullanmayı öğrendin?”
Ah, konuşmak zorundaydım. Ama istemiyordum. N’olur beni bugün bırakın. Yarın ne isterseniz anlatacağım. Kralın yüzüne boş boş bakmamdan sanırım konuşamayacak halde olduğumu anlamıştı.
“Pekâlâ. Jacob lütfen Elizabeth’i odasına çıkart. Edgar, bütün komutanları yanıma çağır. Çok geçmeden önlemimizi almamız lazım.”
Devam Edecek…