Helios'un Kutsanmışları - 8. Bölüm
“Kraliçem! Acil durum!”
Sabah saat 8 civarıydı. Kraliçenin çalışma odasında maliye belgelerini düzenlemeyi öğreniyordum. Ani ve sert açılan kapı ile yerimden sıçradım.
“Bu ne terbiyesizlik! Kimin odasına-“
Uzun boylu adam hızlıca kraliçenin önünde diz çöktü ve elindeki mektubu uzattı.
“İsterseniz boynumu vurdurun kraliçem ama acil bir durum var. Üzgünüm. Korku ve panik ile hareket ettim. Fakat sorun şu ki batı krallığı bize savaş açtı.”
Kraliçenin elinde tuttuğu kırmızı mühürlü siyah zarf savaş ilanı demekti. Kraliçe mektubu açıp okumadan önce bana baktı.
“Elizabeth, dışarı çık.”
“Ne! Kraliçem! Ne demek dışarı çık. Bu krallığı ilgilendiren bir sorun ve ben sizin halef-“
“Yeter! Henüz bununla ilgilenecek kadar yetkin değilsin. Göreceğin ya da öğreneceğin bir şey yok. Bir savaş olmayacak.”
Kraliçenin gözleri çok keskin bakıyordu ama odadan çıkmaya niyetim yoktu.
“Öğrenmem gereken bir şey bu değil mi? Yetkimin olup olmaması önemli değil. Gelecekte bende böyle bir durumla karşı karşıya kalabilirim. Ne kadar çabuk öğrenirsem bu durumla baş etmeyi o kadar iyi.”
Kraliçe yavaşça koltuğuna oturdu. Elindeki mektubu açarken sesi titriyordu.
“Çok değiştin bir anda. Doğum günün sonrasında gerçekten bir anda olgunlaştın sanki. Bu değişimin beni biraz korkutuyor. Küçük sevimli kızım artık yok gibi hissediyorum.”
Değişimimi saklamak gibi bir niyetim yoktu ama ailemin beni bu şekilde görüyor olması canımı sıktı. Kraliçe mektubu dikkatlice okuduktan sonra bana uzattı. Hoşuma gitti ve hemen mektubu alıp dikkatle okudum.
~Sevgili Güneş Krallığı İmparatoriçesi Majesteleri Kraliçe Jasmin;
Anladığınız üzere bu bir savaş ilanı. Ben düşmüş Ay Krallığı İmparatoru Kralı Akhilleus. Yüz yıllar önce atalarımın elinden alan hak ve toprakları geri almak için geliyorum. En kısa zamanda yüz yüze görüşmek dileğiyle.
Ay Krallığı İmparatoru Kral Akhilleus~
“Bu da ne demek oluyor? Ay krallığı battığı için düşmemiş miydi? Lüks ve zengin yaşam süren kraliyet halkın ayaklanması yüzünden çıkan iç savaşta Kral Sin’in ölmesi ile düşmemiş miydi? Kraliçem.”
“Elizabeth, düşünmeme izin ver. Her şeyi sana sonra açıklarım. Kılıç dersin için Sör Jasper bekliyordur.”
“Ama saat henüz çok erken. Ders öğleden sonra-“
“O zaman gidip biraz dinlen.”
Halen odada duran haberci adama baktım. Genç görünüyordu. Kahverengi saçları terden ıslanmış, yeşil gözleri ise yorgunluktan parlıyordu. Kapıya doğru yöneldim, tartışmanın anlamı yoktu.
Bu mektup ne zaman gönderilmiş?”
“3 gün kadar önce.”
“Öyle ise, en geç…”
Kraliçe sözüne devam edemedi.
“Yarın sabaha krallığa varmış olur. Ayrıca söylemem gereken bir şey daha var.”
Elim kapı kolundaydı ama gözüm habercideydi. Sesi çok endişeli geliyordu.
“Mektubu getiren haberci Kral Akhilleus’un kutsanmışlardan olduğunu söyledi.”
Benimle aynı zamanda ortaya çıkan başka bir kutsanmış mı?
“Geçtiği yerlerdeki krallıkları bu gücü sayesinde kan dökmeden ele geçiriyormuş. Onun gücünü gören herkes korku ile itaat etmekten başka bir şey yapamıyorlarmış.”
Bütün bunlar çok hızlı gelişiyordu. Odadan çıkmak için kapıyı açtığım anda kraliçenin titreyen ama gür sesini duydum.
“Bana hemen Kral Leo ile Sör Jasper’ı çağırın! Elizabeth, otur lütfen. Artık bu mesele bizzat seni de ilgilendiriyor.”
Kraliçenin emrine uyarak kapıyı kapatıp karşısındaki koltuğa oturdum. 5 dakika geçmeden Kral, Sör Jasper ve Edgar çalışma odasına gelmişlerdi. Kraliçe mektubu tek tek herkese okutturup durumu açıkladı. Herkes bir süre sessiz kaldıktan sonra ilk konuşan kişi Edgar oldu.
“Bizden almak istediği hak ile ne demeye çalışıyor? Ay Krallığı kendi iç savaşı yüzünden çökmedi mi? Bunun bizimle ne ilgisi var?”
Kral ve kraliçe birbirlerine bakıp yeniden bize döndüler.
“Haklısın fakat onların inandığı farklı bir şey var. Savaşı bastırmak için krallık askerlerimizden bir ordu gönderilmişti. Söylenene göre o zamanın kralı ve bir kutsanmış olan Kral Sin bizim askerlerimizden biri tarafından öldürüldü. Bizim kayıtlarımıza böyle bir şey hiç geçmemiş olmasına rağmen onlar durumun bu şekilde olduğunu iddia ediyorlar. Her neyse şu an önemli olan bu duruma karşı almamız gereken önlem. Sör Jasper. Askerleri krallık girişinden başlayarak saraya kadar hat çizecek şekilde belli aralıklar ile konuşlandırın. Giriş çıkışları tuttuğunuz taktirde bir sorun çıkmayacaktır. Edindiğimiz bilgilere göre gelen kişinin amacı savaştan öte nihai zafer. Bu yüzden ilk önce bizimle anlaşma yapmak isteyecektir.”
“Emredersiniz Kralım!”
Sör Jasper aldığı emir ile hızlı adımlarla odayı terk etti. Edgar peşinden gitmeye yeltenince kraliçe onu durdurdu.
“Burada kal. Sana sarayda ihtiyacımız var. Krallığa varınca yalnızca ön birliklerin geçip yanımıza kadar gelmesine izin verin. Prenses Elizabeth. Şimdi sana savaşta diplomasi nasıl yapılır bunu öğreteceğim. Bizzat uygulamalı olarak.”
Kral ve Edgar hazırlıklar için odadan çıkarken kraliçe bir anlaşma parşömeni çıkarttı.
“Öncelikle anlaşmanın ne için yapıldığını başlık olarak atmalısın. Sonrasında maddeler halinde istekleri, tarafların çıkarlarını ve o maddenin gerçekleşmesi halinde iki tarafında ne kazanacağını detaylı bir şekilde yazmalısın. Ama bundan sonra karşı tarafın ne istediğini öğrenmelisin.”
Masanın üzerinde duran açık mektuba göz attım.
“Bizden istediği şey toprak. Eğer ona eski Ay Krallığının son savaştan önce mevcut olan topraklarını verirsek muhtemelen istediği her şeyi almış olur.”
“Güzel düşünce ama bu kişi daha fazlasını istiyor gibi görünüyor.”
Kraliçeye dediğini anlamadığımı ifade eden bir bakış attım.
“Şöyle ki öğrendiğimize göre bu kişi geçtiği yerleri feth ede ede bize doğru yaklaşıyor ve bize açıkça savaş açıyor. Eğer tek istediği şey kendi eski toprakları olsaydı bunu çoktan almış ve bize yalnızca durumu bildiren bir mektup göndererek olayı bitirirdi.”
Kraliçenin zekasına her seferinde hayran kalıyordum. Her olayın içindeki bütün yönleri analiz edip sebepleri ve sonuçları önceden tahmin edebiliyordu.
“Öyle ise istediği şey bizim krallık toprakları mı?”
“Evet ve bütün yönetimi almak istiyor. Yani benim koltuğumu. Yeni İmparator olmak istediğini anlayabiliyorum. Bu yüzden bize fazla bir seçenek sunmayacaktır. Tehdit ederek boyun eğdirmek, güçlerini kullanarak itaat ettirmek amaçları olduğunu düşünüyorum. Şimdilik yüz yüze gelene kadar tek yapabileceğimiz şey tahmin yürütmek olacak.”
Kraliçenin dediklerine verecek bir cevabım yoktu. Neredeyse hava kararana kadar anlaşma ile ilgilendik. O sırada halka duyuru yapıldı. Hava karardıktan sonra ikinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasaklanmıştı.
Anlaşma bitince dinlenmek için odama geçtim. Jacob’u bütün gün görmemiştim. Muhtemelen hazırlıklara katılmıştı ama bunu yapmak yerine yanımda olması gerekiyordu. Birkaç defa adını seslensem de fayda etmemişti. Çok yorgundum ve birkaç gündür olduğu gibi üzerimi değiştirmeden yatağa uzandım.
Açlıktan guruldayan karnımın acısına uyandığım da henüz güneş yeni doğuyordu. Hava çok soğuktu. Geceki kıyafetlerimi değiştirip üzerime kalın bir şeyler aldıktan sonra kraliçenin çalışma odasına gittim. Düşündüğüm gibi herkes oradaydı. Jacob’u görünce yüzüme bir gülümseme yayıldı. Koşup sarılmak, bana her şeyin geçeceğini söylediğini duymak istiyordum.
“Bir haber var mı?”
Edgar başını olumsuz olarak salladı.
“Henüz hiçbir haber almadık. Gözcülerimizden de bir bilgi gelmedi.”
“Ah, anladım.”
“Elizabeth, dünden beri yemek yedin mi?”
Guruldayan karnıma baktım. Kraliçe sadece yüzüme bakarak bile beni anlayabiliyordu.
“Çok meşguldük ve stresten açlık hissetmedim.”
“Haklısın hepimiz aynı durumdayız ama açlık bizi güçsüz düşürebilir. Güzel bir kahvaltı hazırlattırdım. Henüz bir haber olmadığına göre lütfen hep beraber bir kahvaltı yapalım.”
Hep beraber yemek salonuna inip sanki birdenbire ortaya çıkan bir kutsanmış bize savaş açmamış gibi kahvaltı ettik.
Haberci canını duyduğumuzda ana salonda son bir gözden geçirme yapıyorduk. Birlikler saraya varmış olmalıydı. Toparlanıp ön bahçeye çıktık. Karşıdan askerlerimiz eşliğinde gelen atlı birliği görünce içime bir ürperme geldi. Jacob hemen yanımda duruyordu. Elimi sıkıca tuttu. Kral ve kraliçe en önde ben ve Jacob’da Edgar’ın bir adım arkasında duruyorduk. Sör Jasper’ın önderlik ettiği düşman birlik komutanı bahçeye girince atından indi. Yavaş adımlarla kraliçeye yaklaştı.
“Kraliçem. Kralım. Bu güzel karşılama için çok teşekkür ediyorum. Haberlerimi almışsınız. Askerleriniz bana büyük bir özenle eşlik etti. Hiçbir zorluk çıkartmadan.”
Son sözündeki tehditkâr hava kolayca anlaşılabiliyordu. Tam bir batılı erkeği olduğu kolayca anlaşılıyordu. Gür siyah saçları, donuk gri gözleri, uzun boyu, savaşa hazır zırhının bile altından belli olan yapılı vücudu ile batı krallığından olduğunu belli ediyordu. Bir anlık göz göze gelince bana gülümsedi.
“Kraliçem, bu güzel leydi kızınız mı?”
Jacob elimi daha çok sıkıp yanıma çekerken Edgar’da beni kapatacak bir şekilde önüme geçti.
“Ne kadar da korumacı bir aile. Elbette her aile çocuklarına değer verir ama eğer o çocuk yüzlerde yıldır ortaya çıkmayan bir kutsanmış ise daha da değer verilir öyle değil mi?”
Demek biliyordu? Belki de buraya kadar gelmesinin sebebi bendim? Benim öldürüp tek kutsanmış olarak kalmayı ve kolaycı krallığımı ele geçirmek istiyordur.
“Bilmeyen kalmadı, bu yüzden bu bilgiye sahip olmanıza şaşırmadım. Evet kızımın bir kutsanmış olduğunu keşfettik fakat o güçlerini kullanmayı bilmiyor. Bu yüzden sizin için bir tehlike arz etmeyecektir. Lütfen kızımdan uzak durun.”
Kraliçede belli ki benimle aynı şeyi düşünmüştü. Adam kahkaha atınca merak edip hafif başımı yana eğdim. Böyle bakınca eğer kötü adam olmasaydı oldukça yakışıklı olduğunu söyleyebilirdim.
“Kral Akhilleus buyurun toplantı odasına geçelim. Eminim bir anlaşmaya varabiliriz.”
“Kraliçe Jasmin. Anlaşma yapacak bir şey yok. Kararım ve isteğim kesin. Bana derhal yönetimi devredin. Siz ve sizin aileniz ortaya çıkana kadar yönetimde hep bir kutsanmış vardı. Fakat siz güç ve zorbalıkla yönetimi ele geçirip bir daha kimseye fırsat vermediniz. Halkıma yüz yıllarca zulmettiniz. Kraliçe 3. Elizabeth tahta geçsin ve tek güç olsun diye nişanlısı olan Ay Krallığı kutsanmışı Kral Sin’i bile öldürmekten geri durmadınız. Kendi hakkınızı bile yalanlarla yönetiyorsunuz.”
Karşımızda duran adamın gri gözleri kırmızı renge dönerken ellerinden alevler yükseliyordu. Kraliçe yine haklıydı tek yapacağı tehdit edip istediğini alana kadar durmamaktı. Jacob’un elinden kurtulup öne doğru atıldım. Edgar kolumu yakalasa da beni tutamamıştı.
“Öyle mi? Taht kutsanmışların hakkı demek. Az evvel söylediğiniz sözü yeniden hatırlatmak isterim Kral Akhilleus. Bende bir kutsanmışım. Güneş Krallığı Prensesi İmparatoriçe Halefi 4.Elizabeth olarak bu isteğinizi geri çeviriyorum.”
Ellerindeki alevler henüz sönmemişti. Bana doğru yaklaştı. Kral engel olmak istese de kraliçe onu tuttu. Kral Akhilleus ellerinde alevleri söndürüp nazikçe tuttuğu elimi öptü.
“Sizinle tanışmak bir onurdur Prenses Elizabeth. Hadi elçileri aradan çıkartıp ikimiz bir anlaşmaya varalım. Benimle gel, bende krallığın yönetimini ele geçirmekten vazgeçip yalnızca feth ettiğim topraklar ile Ay Krallığını yeniden canlandırayım.”
Gözlerimin içine bakarken kırmızı gözleri yavaşça yeniden griye döndü. Nazikçe tuttuğu elimi bırakmamıştı. Ellerinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Adeta tenimi yakıyordu.
“Ne saçmalıyorsun sen! Prensesimizi sana vermeyeceğiz!”
Bağıran kişi Jacob’du. Anlaşma makul görünüyordu. Eğer bana ya da krallığıma hiçbir şekilde zarar vermeyeceğine dair bir söz alabilirsem kabul ederim. Az önce kraliçenin anlaşma yapmak istemesine karşı çıkan bu adamın birdenbire benimle anlaşma yapmak istemesi oldukça tuhaftı. Belki de…bu ihtimali düşünmek bile gözlerimin kararmasına neden olmuştu. Ama bana zarar vermeyeceğine dair yemin ederse sorun çıkmazdı. Arkamdan sesler yükselmeye başlamış, Jacob’un askerleri “Prensesimizi vermeyiz!” diye bağırıyorlardı. Elimi kaldırmam ile hepsinin susması bir olmuştu. Gözlerimi kaldırıp kralın gri gözlerine baktım.
“Şartlarımı kabul ederseniz Kral Akhilleus, sizinle geleceğim. Fakat şartlarımdan birini bile ihlal ederseniz, ne kadar süre geçerse geçsin ihlal kabul edilemez, anlaşma bozulur ve sizinle savaşırız.”
Karşımdaki adamın yüz ifadesi sabit olsa da parlayan gözlerindeki heyecanı görebiliyordum. Elimi tutmaya devam ederek önümde diz çöktü.
“Tanrıçam Helios ve Tanrım Selene üzerine yemin ederim ki Prenses Elizabeth ‘in anlaşma şartlarına hayatımım sonuna dek sadık kalacağım ancak Prenses Elizabeth ‘de aynı hassasiyeti gösterdiği sürece yeminim geçerli olacaktır.”
Adi herif. Çok akıllı. Benim de anlaşma şartlarını bozmayacağımdan emin olmak için yeminine beni de dahil etti. Arkamdan gelen homurtuları ve kraliçenin ağlamasını duyabiliyordum. Arkamı dönüp onlara yüzümü göstermeye cesaretim yoktu. Kral Akhilleus ayağa kalktı ve yüzümü saraya dönecek şekilde beni yanına çekti. Jacob ve Edgar’ın yüzlerindeki ifade yaptığımdan pişman olmama neden olmuştu. Kraliçe ise yüzünü kralın göğsüne gömmüş ağlıyordu.
“Prenses Elizabeth artık resmi olarak hem Güneş Krallığı hem de Ay Krallığı Prensesi oldu. Bunu kutlamak için umarım bize güzel bir ziyafet hazırlarsınız. Ben ve askerlerim çok açız.”
“Bence sen çok küstahsın! İstediğini aldın! Şimdi askerlerini geri gönder. Bende, en kısa zamanda ailem ile vedalaşıp geleceğim. Bana biraz zaman tanımalısın.”
Yorgunluk ve öfkeden sözler bir anda ağzımdan çıkmıştı. Karşımdaki adamda bir sinir ifadesi beklerken aksine kahkaha attığını görünce daha da sinirlendim.
“Tabi ki! Prensesim ne derse o olur. Ama öncelikle ciddiyim. Lütfen askerlerime dinlenmek için zaman ve yiyecek verin. İhtişamlı koca Güneş Krallığının bir ordu askere yetecek yiyeceği vardır diye umuyorum.”
Askerlere dinlenmesi için bir yer ve yiyecek hazırlanmasını emrettikten sonra iyice yorgun düşmüştüm. Tüm bunlar olurken hava kararmaya başlamıştı. Bu gecelik misafirimiz ile sessizce akşam yemeği yedikten sonra dinlenmek üzere odalarımıza çekildik. Günün yorgunluğunu, yaşanan olaylar ve ettiğimiz yeminden dolayı aklım allak bullaktı. Önceki hayatımda böyle bir şey olmadı. Benden başka bir kutsanmış olduğu ya da savaş çıktığını hatırlamıyorum. Neler oluyor? Benim dışımda başka etkenler de olayların akışını değiştiriyor sanırım. Belki de bu tanrının çizdiği yeni bir kaderdir. Düşüncelerle boğuşurken yorgun vücudum daha fazla dayanamadı.
Duyduğum kapı sesi ve hissettiğim soğuk rüzgar ile yataktan kalktım. Ne kadar uyudum bilmiyordum ama göz kapaklarım açılmayacak kadar ağırdı.
“Kim var orada? Jacob? Sen misin?”
Pencerenin önünde duran gölge figürün koyu renk saçları bana geçmiş yaşantımdaki o adamı hatırlatmıştı. Çığlık atıp muhafızları çağırarak kapıya koştum. Arkamdaki gölge figür de peşimden gelmeye başladı.
Devam Edecek…